1979’un Nisan ayında İstanbul’da başlar Burcu’nun hikâyesi. Her daim kıpır kıpır ve tez canlı duruşu ile hikâyesini yaratma ve keşfetme yolculuğunda yüreği kocaman bir çocuğun hayallerine sahiptir. Önce sporcu olmak ister, sonra haber spikeri. Çocukluk yılları geride kalır ve zaman her şeyi değiştirip dönüştürürken Burcu üniversitede finans eğitimi alır.

Bir gün hiç beklemediği bir anda bir adam çıkagelir, birlikte atılan her adım keyifli ve ortak bir yolculuğa dönüşür. Düğün törenlerinin hikayesini yazacak bir fotoğrafçı ihtiyacı ile karşı karşıya kalındığında titiz ve ayrıntıcı ruhu yine devrededir, fotoğrafçıya istediği kareleri listelemekten kendini alamaz. O an çok farkında olmasa da hikâyesinin geleceği çoktan şekillenmeye başlamıştır bile.

Yatırım uzmanı olarak çalışmakta, ancak içten içe büyük bir tutkuya dönüşen fotoğrafçılığa dokunmadan da edememektedir. Sonunda kendini bu konuda yetiştirmeye karar verir ve “hikâye fotoğrafçılığı” alanında uzun dönemli eğitimler alır. Eğitimler sırasında beraber çalıştığı proje grubuyla iki “karma sergi” açar.

Paralel dönemlerde “hayatımın renkleri” adlı blog’u yazar ve tüm bu yoğunluğun arasında dostlarına keyifli sofralar hazırlamayı, sporunu, eşi ile seyahatlere çıkmayı ve yeni yerler, yeni hikâyeler keşfetmeyi ihmal etmez.

Bir bebeğin doğum anı, annesiyle ilk teması, babasının heyecanlı gözleri ile tanışması, bir erkek ve bir kadına dair hikâyelerin yazıldığı evlilik törenleri, bir gelinin hazırlanma telaşları, iki kişinin hikâyelerinin bir olduğu o gün sevdikleriyle ve dostlarıyla kucaklaşmaları, mutluluk gözyaşları, keyifli kahkahalar ve ötesini fotoğraflarla sonsuzlaştırır.

Kendi hikâyesinin başkalarının hikâyesine ortak oldukça derinleştiğini ve renklendiğini bilerek daha da tutkuyla sarılır objektifine.